Çaldıran savaşı başladığında Şah İsmail, yüksek bir tepeye çıkarak ordusunun hareketini takip ediyordu. Öncü kuvvetlerinden esir düşen bir Osmanlı süvarisini de yanına alıp ondan Osmanlı askeri hakkında bilgi almaya başladı:
-Şu karşı tepelerde kan ırmağı gibi görünen kırmızı sancaklar nedir?
-...Bunlar Mihaloğlu'nun kumandasındaki Niğbolu süvarileridir.
-Ya şimdi ovaya inen şu yeşil sancaklılar?
-Onlar da İsfendiyaroğlu'nun emrindeki Bolu ve Kastamonu süvarileridir.
-Bu yükselen toz bulutları arasındakiler kimlerdir?
-Bunlar da Azeblerdir.
Yağız atlı süvariler...
Şah İsmail'in merak edip de sormaya cesaret edemediği en mühim husus da, Yavuz Sultan Selim'in nerede olduğu idi. Bu sırada sırmalı eğer kayışları parıldayan, yağız atlara binmiş süvarileri görünce:
-Bu gelen Sultan mı? Diye sordu
-Hayır, bunlar Rumeli, Karaman ve Anadolu süvarileridir.
İşte o anda kırmızı, sarı ve yeşil sancaklar arasında Osmanlı ordusunun ortasına doğru gelmekte olan yeniçeriler ve bunların taşıdığı kırmızı ve beyaz sancakları gören esir Osmanlı süvarisi, Şah İsmail'in sormasını beklemeden, göğsü gururla kabararak birden heyecanla bağırdı:
-İşte saadetlu Hünkar göründü!
Bu manzara karşısında Şah İsmail hayretler içinde kaldı. Çünkü böyle bir ordunun varlığını tahmin edememişti. O anda, savaşı kaybedeceğini anladı...
Kendisini ölüme attı!..
11 saat süren savaş, Osmanlı ordusunun parlak bir zaferiyle neticelendi. Şah İsmail, kolundan ve bacağından yaralanmış halde, adamlarının fedakarlığı sayesinde kaçabildi. Şöyle ki, kendi kıyafetlerini, kendisine çok benzeyen bir adamı giydi ve Osmanlı askerine "Şah benim" diyerek kendisini ölüme attı. Şah İsmail, başkent Tebriz'e zorlukla gelebildi. Fakat Yavuz onu takib ederek 5 Eylül günü Tebriz'e girdi. Bunu önceden haber alan Şah İsmail ise memleketinin doğu taraflarına çoktan kaçmıştı bile...